İlettikleriniz…
29 December 2006 yazar dergiKategori Diğer , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
“Kadın çalışmaları alanı, kadınların nasıl ezildiği, buna rağmen nasıl var olduğu ve bununla baş etmeyi nasıl becerdiği; bu mücadelelerin tarihi, yani cinsiyete dayalı ezilmenin bugüne kadar nasıl devam edebildiğini anlamaya çalışmak olarak tanımlanabilir” (Sancar;2003:164). Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Kültür - Sanat , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Gözün evrimi önemli derecede araştırma gerektirmiş olan konulardan biridir. Göz, gelişimi itibariyle pek çok uzman tarafından ortak bir atadan evrimleştiği düşünülen bir organdır. İlk gözün 540 milyon yıl kadar önce evrimleştiğine inanılmaktadır. Bu sürecin büyük kısmının da yalnızca birkaç milyon yılda gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Çünkü görme yetisine sahip olacak ilk yırtıcı hayvan bir “silahlanma yarışı” başlatmış olacak ve av hayvanları da hayatta kalabilmek için bu özelliklere ya da daha fazlasına sahip olmak zorunda kalacaktı. Bu nedenle çok sayıda göz türü ve bunların alt türleri paralel olarak gelişti. Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Kültür - Sanat , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
KARAOĞLAN’ın Ardından / Mehmet CANDAN Tamamını oku »
Kategori Diğer , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Yeni Dünyalıların mucitliğinde geliştirilen küresel soygun otomasyonu kavranmadan, bu sorunun yanıtlanması isabetli olmaz! Ürettiği ekonomik ve siyasal projelerle Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’yı birleştirmeyi başaran büyük sermaye; tüm dünyayı da bütünleştirerek, üstünde kendi egemenliğini pekiştirme seferlerine girişeli, bir çeyrek yüzyıl oluyor sanırım. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Felsefe yazımın ikinci bölümünde Felsefe tarihinin kırılma noktalarını anlatmaya çalışacağım. Bunun içinde öncelikle İlkçağ felsefesini ilk yazımda özet geçmeme rağmen açacağım. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
18. y.y. Aydınlanma filozoflarından olan Jean Jacques Rousseau’nun bu kitabında ağırlıklı olarak mülkiyetten, toplumsal sözleşmeden, doğa durumundan uygarlığa geçişten, insanlar arasındaki fiziksel ve sosyal eşitsizliklerden, kendi devlet fikrinden, Cumhuriyet yönetimlerinden ve özgürlüklerden bahsedilmiştir. Şimdi bu kavramların hepsini teker teker açmaya çalışacağım. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Sessizlik. Radyo cızırtısı. Ayak sesleri. Beyaz. Duvar. Pis koku. Araba kornası. Kapı tokmağı. Çizgiler. Ciğer hırıltısı. Nefes. Sessizlik tekrar. İğdeli bahçede bekleyiş. Aslında gölgesine sığındığım ağacın iğde olduğunu uzun süre bekledikten sonra çimenlerdeki taneleri görünce fark ettim. Hemşire, erken geldiniz, demişti. Ziyaret saati üçte başlıyor. Biraz ötemde iki çocuk yerdeki taneleri toplayıp ceplerine dolduruyor. Oturduğum yer bir okul bahçesine bakıyor. Daralıyorum. Önümdeki fotoğraf yıllar öncesinden sararmış başka bir tanesini de getiriyor beraberinde. Çocukluğumun geçtiği o iğdeli bahçe gül fidanları, sarmaşıklı duvarları ile gözümün önüne geliyor. Ziyaret saatine çok var. Bunu fırsat bilip kaçabilirim. Evet, hastane bahçesindeki bu çimenlikten, pencerelerden hüzünlü bakışları sarkan refakatçilerden, çocukluğumun günlüğünden gereksiz yere iğde kokulu bir sayfa koparıp yüzüme çarpan bu ağaçtan topuklarımı vura vura kaçmak istiyorum. Ama görünmez bir mıknatısın manyetiğindeymişim gibi adımlarım beni bu iğdenin yörüngesini tavaf etmekten ileriye götüremiyor. Belki vicdan denilen kemirgenin dişleriyle çıkarttığı gürültüdür beni bu gölgeye mıhlayan ya da herkesin tersine kaçmanın kalmaktan daha fazla cesaret gerektirdiğini, muhtaç olduğum korkunun damarlarımdaki kanda yeterince bulunduğunu bilmedendir. Kaçan kişi kaderini değiştirmeye koştuğunu biliyordur çünkü. Kalansa yiyeceği bir sonraki yumruk için çoktan yüzünü buruşturup gözlerini kapamıştır bana göre. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
“Yazıyaz’ı çok seviyorum” demiştin.
“Üç gün girmezsem beni aramayın, sormayın..Bilin ki ben artık yokum.”Üç gün geçeli çok oldu, Sevgili Canuğur! Ama sen hala buradasın. Hep burada olacaksın.
Sevdiğin yazıyaz da hep seninle olacak.
Seni unutmayacağız. Tamamını oku »
Kategori Diğer , Yorum yok »
1900’lü yılların başından beri popülaritesini hiç kaybetmemiş çalışma alanlarından biri de süper iletkenliktir. Danimarkalı fizikçi K. Onnes, 1908 yılında, mutlak sıfırın birkaç derece üstündeki sıcaklıklarda civanın elektriksel direncini ölçerken 4,2 °K de direncin aniden sıfıra gittiğini gözledi. Daha sonra, bu mükemmel iletkenliğe keskin geçişin, başka metal ve alaşımlarda da olduğu bulundu ve bu olguya süper iletkenlik adı verildi.Bir metal, özelliklerine bağlı olarak değişen ve geçiş sıcaklığı adı verilen belli bir sıcaklıkta süper iletken hale gelir. Elektrik akımı, yani elektronların akışı, iletken kablolar yardımıyla sağlanır. Fakat bu metal kabloların elektriksel dirençleri vardır ve akımın telden akması sırasında bu direnç nedeniyle enerjilerinin bir kısmı atık ısıya dönüşür. Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Karanlık çöktüğünde
Bu uzak kente
Öyle derin
Öyle paslı…
Öyle buhran amansız
Öyle yalnız, kimsesiz
Sensiz biçimsiz
Bir garip akşam olur gözlerin
Zamansız. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Herkesin kendine eziyet ediyorsun kaldır artık şu çerçeveyi dediği çerçeveyi yerinden oynatamıyorum. O başucumda aslında bana bile ait olmayan ama nedense bende aile yadigarıymış gibi bir his uyandıran eski küçük ahşap sehpanın üzerinde öylece duruyor. Yanında hayatımdaki en değerlileri hatırlatan diğer birkaç eşyayla beraber. Kırmızı tükenmez kalemim mesela. Okuduğum kitaplarda beğendiğim yerlerin altını özenle çizdiğim, zihinsel bir işlev yerine getirdiği için olsa gerek bende asil duygular uyandıran plastik kalem! Onun yanında da lise arkadaşlarımın doğum günümde hediye ettikleri aptal bakışlı oyuncak ördeğim. Yine ördeğin kanatlarının altında bir yerde görmenin inancımı canlandırdığını düşündüğüm annemin tespihi. Bu fotoğraf haricindeki her şey aslında tam da olması gerektiği gibi. Onları, bende değer verdiklerimi temsil ettikleri, uyardıkları ve canlandırdıkları için seviyorum.
Ama bu fotoğraf daha doğrusu tümden bu çerçeve apayrı… Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Her zamanki sakin akşamlardan biri. Öylemi? Dışarıdan bakınca öyle. İnsanı şüphelendirecek olağanüstü olduğunu düşündürecek hiçbir durum yok. Her zamanki gibi bir akşam. Dokuz yıldır giderek bir birinin aynı olduğunu düşündüğüm güvenli akşamlardan biri. Yüzünde hiçbir iz yok. Hiçbir heyecan, hiçbir telaş, söylemek isteyip de söylemediği hiçbir bilginin izi yok yüzünde. Aynı düzen içinde bütün işlerini yapıyor. Sıraladığı beyninde ard arda koyduğu bütün işlerini yerine getirip sonra kendi dünyasına dönecek. Yaklaşık iki yıldır hiç şüphe uyandırmadan içine daldığı dünyasına ulaşabilmek için yerine getirdiği angaryaları hiç sıkıntı göstermeden bir bir aşıp, sonra kapanacak gömülecek yine dünyasına. Hâlâ içimde bir umut var tetikteyim bekliyorum. Ama yok kendimi kandırıyorum! İki gündür türlü türlü düşünceler geliştirdim…Kendim için mazeretler, onun için mazeretler, şu an yaşadığımız durum için bahaneler, içinden çıkamadım. Ona etmediğim küfür kalmadı. Gittikçe geriliyorum, kontrol edemediğim bir öfke canımı iyice yakıyor, dizginlemekte zorluk çekiyorum. Sinirli bir dikkatle her hareketini izliyorum. Sanki gözden kaçırdığım bir şey, dikkat edersem görebileceğim bir şey yakalarsam, her şeyi anlayabileceğim. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Ahlak: sahip olduğu değerlerle vicdanın hayatı, eşyayı, olayları meşrulaştırmasıdır.
Herhangi bir şeyin “hak” olabilmesi için ahlaki meşruluğu ile birlikte hukuki meşruiyet de gereklidir. Tercihin ise meşruiyet şartı yoktur. Yani tercihler yanlış olabilir, çirkin olabilir, haksız olabilir, bilinçsiz olabilir ve tercih gayri meşru da olabilir. Bizi konuyu işlemeye zorlayan sebep tercihlerin “hak” zannedilmesidir. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Felsefe düşünmek üzerine düşünmektir. Yüzyıllar önce insanların önce doğa ilgisini çekmiş daha sonra da kendilerine dönmüşlerdir. Böylece insan felsefesi başlamıştır. İnsan felsefesi Sokrates’le başlar ve Sokrates’le birlikte birçok düşünür adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar üzerine düşünmeye başlamışlardır. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Buzul Çağları Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Evet, annenin her gün tuz ruhuyla taşlarını fırçalayıp da bir türlü ağartamadığı tuvalet senin ilk okulundu. Başka okulun da olmadı zaten. Okumayı kapı arkalarındaki yazılardan öğrendin. “Seni o orospuya yar etmem!” “Bunu yazan tosun, okuyana …!” Kadın denen mahlûkun anatomisini orada öğrendin. İnce çoraplı uzun bacaklar, kırmızı ruj, çimdiklenen yanaklar, göz yaşları, itiraflar, aynı erkeğe aşık kadınların erkeği uğruna düelloları, yolunan saçlar, kavgalar, morluklar, yalvarışlar, lavaboya tükürülen kanlar, başını okşayan beyaz sabun kokulu eller gördün. Ama karşındaki genç tüm bunları bilmiyor. Belki bilmek istemiyor. Sözlerini anlamlandıramamasına rağmen anlar gibi başını sallamakla yetiniyor. Hayır, o hiç kadınlar tuvaletine girmedi. Belki ara sıra istediği oldu ama onunki daha çok fantezi. Konuyu değiştirmeye karar veriyorsun. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
“Nerelerdeydin oğlum? Gel de gir kapımdan ana kucağınmış, baba ocağınmış gibi. Çok insan geldi de bunca zamandır ziyaretime, lakin değdi seninle ilk kez insan ayağı evime!”
Henüz bir adım atıp selam vermişken daha, dehşete düşüp titredi korkuyla, irkildi gaipten gelen bu sesin şiddetinden. Bağı çözüldü bütün dağı tırmanmış yol yorgunu bacaklarının, zelzeleye tutulmuş gibiydi. Boşalıverdi adeta ruhu bedeninin içinden ürpertiyle. Yutkunduysa da birkaç kez, gitmedi boğazına saplanıp kalan korku yumağı, büyüyerek devam etti soluğunu kesmeye. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Sarılıp maviye
konuştuklarımdı
yalnızlığım… Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Kapitalizm feodalizmden sonra sanayi devrimi ile ortaya çıkan bir toplumsal-ekonomik yapı ve üretim biçimidir. Sanayi devriminden önce ekonomi tarıma dayanıyordu. Feodalizmde tarım için vazgeçilmez üretim aracı olan toprağın özel mülkiyete bağlı olması kırda iki ayrı sınıf yaratmıştı. Toprağa sahip olan feodal aristokratlar ve serfler. Serfler çalışan
sınıftandılar. Fakat ürettikleri ürünlerin bir kısmını toprak sahiplerine vermekle yükümlüydüler. Çünkü toprak kendilerinin değildi ve kullanma hakkını ancak ürünün bir kısmını vermekle elde ediyorlardı. Bu şekilde artı emek sömürüsü yapılıyordu. Şehirlerde ise kendi basit üretim aracına sahip olan manifaktür işçileri ve zanaatçılar vardı. Sanayi devrimi ile birlikte eski aletlerle üretim yapmak imkânsız hale geldi. Yeni gelişen üretim araçları çok pahalı oldukları için yalnızca büyük sermaye sahipleri tarafından satın alındı. Yeni gelişen üretim biçimi birçok sanayi dalına girdi ve eski sistemi hızla ortadan kaldırdı. Çünkü çok daha hızlı ve ucuz üretim yapılmaya başlandı. Eski işçilerin kendi basit aletleri artık gereksizleşti ve mülklerini böylece kaybetmiş oldular. Yeni kurulan fabrikaların da işçiye ihtiyacı vardı. Böylece kapitalizm içinde iki temel sınıf ortaya çıkmış oldu: Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Düşünce… Siz ne kadar kelepçelerle bağlamaya, dört duvar arasına kapatmaya çalışırsanız çalışın, o elbet bir gün, bir şekilde kanatlarını sırtlanıp uçup gidecektir. Hiçbir hapishane, hiçbir tımarhane ve hatta ölüm bile, düşüncenin yolculuğunun önüne set koyamaz. Söz, ağızdan çıkmıştır bir kere… Kelimeye akar, yazıya akar, kayda geçer, tarih olur. Yasak da olsa günah da olsa, çare yoktur yola çıkmıştır bir kere…
Bir düşünce bir insanı, bir toplumu ve hatta bir dünyayı değiştirebilir. Düşünme eylemi, insanın, insan olduğunun farkına varmasının en önemli koşuludur. Bu nedenle kıymetlidir. Bu nedenle “düşünmeli”dir. Hatta düşünce üzerine de düşünmelidir. Böylelikle daha derin, daha içerikli ve daha kaliteli düşünceler elde edilir. Düşünce, söze dökülmeden önce de düşünmelidir. Çünkü her düşüncenin bir bedeli, yaktığı bir can vardır. Bu nedenle söz, sorumluluktur. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Felsefenin her türlü soruya araştırmacı ve düşünsel bir çizgiyle yaklaşması, siyasetle ilgilenen insanların da felsefeyi iyi bilmesiyle birleşerek (özellikle eski siyasetçilerin) felsefede yeni bir alanın açılmasına yol açmıştır. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Canlılığın öyküsü zamanımızdan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce başlamasına karşın memeliler sınıfının yeryüzünde görülmesinin tarihi 65-70 milyon yıl öncesine rastlar. II. Zamanın sonlarına rastlayan o dönemde, Güney Amerika’nın Yucatan yarımadasına düşen 10 km. çapındaki bir meteor yeryüzü ikliminde önemli değişimlere yol açmış ve ortamın giderek soğumasına neden olmuştu. Bu büyük klimatik değişim dünyada ikinci büyük canlı yıkımına yol açacak, dinozorların 150-200 milyon yıl süren egemenliği yerini memelilere, ve onun 33 takımından biri olan primatlara bırakacaktı. Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Gazete haberlerinden öğrendiğime göre, Sayın Muazzez İlmiye Çığ ve kitabının yayıncısı hakkında bir dava açılmış…Sayın Çığ, eski Mezopotamya toplumlarının, özel olarak “Sümer” adı verilen ve bütün insanlık tarihinde büyük yeri olan bir toplumun tanınması yolundaki çabalarıyla çok değerli bir bilim insanıdır. Çalışmalarını ve konuyla ilgili düşüncelerini yayınlamış olması, düşünce dünyamız için bir kayıp değil, kazançtır. Binlerce okur, onun çalışmalarından yararlanmış, bilgilerini geliştirmiştir. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Vasi, mahcuru koruyan; onun adına varlıklarını yöneten!
Mahcur da çocuk, akil olmayan; hem kendisi hem varlıkları yönetilen!
Karar yargıda alınıyor.
Çocuk büyütülmez, aklı kullandırılmazsa; o hep vasi, bu da hep mahcur!Türk halkı mahcur mu?
Bu kararı kim aldı?
Niye kendi malının tasarruf hakkını kullanamıyor? Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Nükleer Silahlanma Tarihi Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Basit bir dil sürçmesinin bizi bu noktaya getirebilmesini hâlâ anlayamıyorum biliyor musun?
Evet, basit bir dil sürçmesi. Her şeyin başlangıcı. O gün ‘aşık olsam ‘ demek isterken ‘’aşık oldum ‘’ demem bizi nerelere getirdi. Seni üzmeyi istemezdim. İstememeliydim. Biz arkadaşız, arkadaştık… Bilmiyorum.
Hep beni neyin tetiklediğini düşünüp durdum. O bütün günler ve geceler boyu yaşadıklarımız, sinir savaşlarımız, hayal kırıklıklarımız,gözyaşlarımız. Evet gözyaşlarımız. Belki de ben bir deliyim, hep deliydim kim bilir?
Sonsuz bir iç sıkıntısı gibiydin. Sana söyleyebilirdim, bir daha görüşmeyebilirdik. Neden bunu yapmadım da bu yanlışlığı bilinçli bir yalana çevirdim? Ve o adamı hayatımıza sokuverdim. Sadece kendi hayatıma değil ikimizin de hayatına hem de. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
AB’ye giden yol : Yıkımdan Ortaklığa20.yüzyıl Kıta Avrupasını sarsan iki büyük savaş ile birlikte geride kaldı. 20. yüzyılda en karlı çıkan taraf 2.Dünya savaşın galibi olan ve uluslararası sistemin kontrolünü ele alan ABD olurken yüzyıllarca uluslararası sistemi kontrolü altına almak için savaşan Kıta Avrupa’sı ülkeleri oyun dışı kalmış oldu. 2.Dünya savaşından sonra Avrupa ülkeleri sistemin öznesi olmaktan çıkmış,ekonomik açıdan kendilerini toparlamaya çalışan ve bunun içinde ABD yardımına ihtiyaç duyar hale gelen ve bu yönüyle ABD’yi finanse eden ülkeler haline gelmişlerdi.
2.Dünya savaşı sonunda oluşan bu tablodan doğan rahatsızlığı ortadan kaldırmak için Avrupa’nın savaşın yararlarını kendisinin kapatması gerektiği düşüncesi doğdu.Böylece birleşik Avrupa fikrinin tohumlarıda atılmış oldu. Kendi sorunlarını kendi çözebilen bir Avrupa aynı zamanda barışçıl ilişkiler içerisinde savaştan uzak kalan bir Avrupa olacaktı. 9 Mayıs 1950 Bildirgesi veya diğer adıyla Schumann Deklerasyonu ile bu yoldaki ilk adım atıldı. Fransa ve Almanya , sanayinin en önemli maddeleri olan kömür ve çelik üretimini birlikte gerçekleştirecekti. Nitekim bu fikir Avrupa’da kısa sürede kabul gördü ve 1951 yılında imzalan Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Paris Antlaşmasına Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg imza atmıştı. 2.Dünya savaşının kazanan ve kaybedenlerini bir araya getiren bu antlaşma , Kıta Avrupasının küresel bir aktör olma yolunda toparlanma adına attığı ilk ve en önemli adımdı. Avrupa yüzyıllar sonra birliktelik adına ilk kez bu kadar samimi davranmıştı. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
İnceden inceye,
yağıyor
yağmur.Narin damlalar,
iniyor
sönüp giden yeşillere Kurşuni bir akşam
çökmüş;
gürültülü bi şehrin
gri
sahillerine… Dönüp baktım,
Gökyüzü sessiz,
Sen yorgun,
Ben maviydim. Duyumsamalar
ve tüm sanrılar
farkındalıklarla
anlatıyor kendini;
yitik kalan
yüreklere… Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Meta öncelikle insanların gereksinimlerini karşılayan nesne demektir. Metanın iki değerinden bahsedilebilir. Birisi kullanım değeri. Nesnelerin insanların yararına olarak kullanılması onlara bir değer yükler. Havanın, suyun, yada ceketin, ayakkabının kullanım değeri olması gibi… Bir de değişim değeri vardır. Meta asıl olarak değişim değerini barındıran nesnedir. Yalnızca kişisel kullanım için üretilen nesneler yani toplumsal emeğin bir ürünü olmayan nesneler meta değildirler. “Metanın değeri” ifadesi de aslında onun değişim değerini belirtir. Kaç tane ceket ile kaç tane ayakkabı değiştireceğimiz her iki metaın değişim değeri ile belirlenir. Örneğin iki tane ceket bir tane ayakkabı ile değiştiriliyorsa bu ayakkabının değerinin ceketin değerinin iki katı olduğunu gösterir. Peki bu iki farklı meta nasıl birbiri ile değiştirilebilir, yada bu değişme işleminde varsayılan ve her iki meta için de karşılaştırılabilen temel öz nedir? Yani metaların değeri nereden gelir? Emek-değer teorisi bu sorunun cevabını şöyle verir: Her meta içinde belli bir miktar toplumsal emek bulundurur. Herhangi iki metanın birbiriyle değişimi toplumsal emek-zamanının oranlanması ile geçekleştirilir. Metaların değeri onların içinde bulunan somut insan emeğidir. İçinde emek bulunmayan nesnelerin değişim değerleri olmaz. Hava insan için çok gerekli olsa da kimse havayı satmaya kalmıyor. Ama diyelim ki hava da ancak toplumsal emekle elde edilse o da bir meta haline gelir.Metaların değişimlerinin daha kolay ve basit olabilmesi için hepsinin ortak bir meta ile olan değişim oranları baz alınmış ve para böylece genellikle altın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu şu demektir: x kadar A metaı = y kadar B metaı = z kadar C metaı = q kadar altın… Metaların dolaşım şekli meta-para-meta şeklindedir. Metaların asıl değerlerinin içlerinde somutlaşmış olarak bulunan toplumsal emek olduğunu söyledik. Fakat metaların fiyatlarını son tahlilde pazarda belirleyen şey alıcılar ile satıcılar arasındaki rekabettir. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Masallar neden vardır? Şu teknoloji çağında çocuğuna masal okumamış anne-baba-büyükanne-büyükbaba var mıdır?
Neden hala masallara ihtiyaç duyarız. Sinema denilen şey büyükler için masal niteliğine sahip olmaz mı?Masallar hep çocuklar için olduğu sanılır. Genel olarak da doğrudur. Ancak iş büyüklere doğru kaydığında masalın naif anlamı, büyükler için uyutmaya döner.
Çünkü masal çocuklarda uykundan önce anlatılır. Bir yetişkin bir düşüncesini aktardığında, diğerleri bunu uyutma olarak kabul eder ve ‘masal okuma’ diye karşı çıkar. Evet masal neden uykudan önce okunur, masal neden çocuklara has görülür…? Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Yeryüzünde demografik ve politik açıdan en önemli yeri işgal eden üç tek tanrılı dinin bugünlere geliş aşamasını kabaca ele aldığımızda karşımıza önemli benzerlikler çıkmaktadır.Bu benzerlikler gerek doğdukları coğrafyanın gerekse şartların gereksinimleri altında ortaya çıkmış ve günümüze dek gelmişlerdir. Dinin insan için ne gibi bir gereksinim olduğu sorusuna değinmek oldukça kapsamlı bir araştırmayı gerektirir ki bu yazının konusu bu değil.Ancak üç din açısından insan gereksinimlerinin bir sosyolojik araştırmaların yalnızca tarihsel süreç içerisinde incelenmeleri değil aynı zamanda ne gibi ihtiyaçları karşıladıkları açısından da yanıtlanması gereken pek çok soru olduğu kesindir. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Sabahın mahmurluğundayım. Yine sürünüyorum yerlerde, yine sessizim, yine sıkkın, ama yine güler yüzlüyüm alabildiğine. Nasıl oluyorsa oluyor, odamın kapısını açar açmaz değişiveriyorum. Sihirli bir değnek değiyor yüzüme, kocaman gülümsüyorum. Bu sabah da mutluluk perisi gelmiş, beni kapıda selamlamasından belli.
Nasıl takılırsa her sabah dilime bir ezgi, bu günde dolanıp duruyor neden bilmem güzel bir türkü’nün sözleri. Sanki atölyedeyiz yine, tasavvuf yerine türkü dinliyoruz lakin bu kez ve yine sanki hep bir ağızdan “hadi hadi” sesleri geliyor kulağıma ve ben avaz avazdayım “tutam yer elinden tutam, çıkam dağlara dağlara…”Dağlara çıkmak ne kelime, ben merdivenlerden aşağıya inmek zorundayım sadece. Yankılanıyor aşağıya inerken ve bir elim havada, bir elim merdivenin pervazındayken sesim. Sanki iniyor ağır ağır, gerçekten dağlara çıkması gereken bir beden. O inişle dışımdaki oyun da başlamış oluyor. Mutsuzum zira aslında, her sabah bir peri mutlu yapsın beni diyorum kendime, tam da odamdan çıkarken ve neşe versin evime, aileme, üzülmesinler mutsuzluğumu fark edip de. O da kapıda karşılayıp yapıyor işte elinden geldiğince. Selamlıyorum sonra olduğum yerden kibarca eğilerek, merdivenin altından garip garip bakan ve sabahları sinirli olan babamı bir elimle. Sanki yine diyor ki bakışlarıyla anneme “nereden buluyor sabahın köründe bu kız bu enerjiyi? Ya komünist şarkıları söylüyor, ya Müslüman ilahisi!!! Nereden öğreniyor, nasıl seviyor bu tuhaf şarkıları? Evet evet, kesinlikle bu kız bizim kızımız olmamalı…” Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Güneş sisteminin oluşumuna ilişkin kuramlar:Güneş sisteminin oluşumuna ait ilk bilimsel kuram Laplace Markisi Fransız Pierre Simon tarafından 1796 yılında atılmıştır. “Bulutsu Varsayımı” olarak adlandırılan bu kuram pek çok yönüyle kendisinden önce İngiliz Thomas Wright ve Alman İmmanuel Kant’ın öne sürdüğü düşüncelerden ayrılan ve gerçek olma olasılığı daha yüksek olan bir kuramdır. Laplace’a göre, önce yavaşça dönen dairesel biçimli bir gaz kütlesi geçirdiği bir dizi evrimsel süreç sonunda merkezde güneşin bulunduğu ve çevresinde gezegenlerin ve uyduların dolaştığı bir yapıya dönüşmüştü. Laplace, kuramında, gaz bulutunun soğurken sıcaklığını uzaya dağıtarak sıkıştığını ve dönme hızının, kenardaki merkezkaç kuvveti kütleçekimiyle dengelenene kadar arttığını varsayıyor ve bu aşamada ana kütleden koparak ayrılan parçaların gezegenlere dönüştüğünü ileri sürüyordu. Bu duruma göre uzak gezegenler ilk kopmayı oluşturmuşlardı ve bunun sonucunda Merkür en genç gezegendi.Daha sonra yapılan matematiksel hesaplamalar, ilk bakışta oldukça tutarlı görülen ve uzun yıllar bilim çevrelerinde kabul gören bu kuramı çürütmüştü. Sıkışma sırasında kopan parçaların gezegen oluşturamadan dağılacağı düşüncesi aşağı yukarı kesinlik kazanıyordu. Ayrıca bulutsu kuramı, gezegenlerin güneşin ekvator düzleminde bulunmasını anlaşılır kılmakla birlikte gezegenlerin ekvatoral düzleme göre eğikliğini açıklayamıyordu. Açısal momentuma göre böyle bir olayın gerçekleşebilmesi için güneşin dönüş hızının diğer uydularından çok daha fazla olması beklenir. Ama gerçekte güneş yavaş denebilecek bir hızla dönmektedir.
Kategori Bilim , Yorum yok »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Şiddetin toplumsal yansımalarına bir örnek: AİLE İÇİ ŞİDDET
Şiddet olgusunu tanımlamadan önce şunu belirtmeliyim ki bu olgu şiddetin aktörü tarafından değil, genellikle kurban tarafından tanımlanır. Çünkü genellikle şiddeti uygulayan kişi tarafından bu edim olağan, meşru ve sürecin getirdiği herhangi bir son olarak görülür. Ya da aktör edimini meşrulaştırmaya da çalışabilir. ‘‘Fakat edimin ‘şiddet’ kategorisine düşmesi, tüm şiddet edimlerinde ortak bir ‘çekirdek’ amacın, en azından uygulanışında içerildiğine işaret eder. Bu amacı ortaya çıkarmanın ve varlığını özgün şiddet örneklerinde sergilemenin zahmete değer olduğu açıktır’’.‘‘ ‘Çekirdek amaç’ı açığa çıkarmada en elverişli bağlamı aktör ile(farklı görüşteki) tanık arasındaki siyasi ilişki sunuyor gibi. Bu tür siyasi ilişkilerin özüne ilişkin bir özellik, aktör ediminin meşruluğunu iddia ederken, tanıkların(ve kurbanların) gayri meşru olarak kınamalarıdır. Tutumlarının üstün gelmesine çalışan iki rakip taraf da sosyal kurallara ve değerlere seslenecek, ikisi de haklılığın kendi edimlerinde ya da görüşlerinde olduğu iddiasını ortaya süreceklerdir. Benim varsayımım, şiddetin çekirdek amacının bu durumda aktörlerin yüz yüze kaldıkları bir çelişkiden kaynaklandığı biçimindedir’’(Riches;1986:15).Şiddet genel olarak bir kişi ya da belli bir grubun başka bir kişi veya bir gruba uyguladığı fiziksel ve psikolojik baskı, bireyin kişiliğine zarar veren veya fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü tehdit eden eylemler silsilesi olarak tanımlanabilir.
Şiddet kavramı kapsamı itibariyle hayli geniş olduğundan burada sadece Türkiye’deki aile içi şiddet konusu ele alınacaktır. Türk aile yapısında genellikle şiddet uygulayan taraf erkek olduğundan burada erkeğin kadına ve çocuklarına uyguladığı şiddet konusu işlenecektir. ‘‘Aile içi şiddet, temelde bir erkek problemidir. Kadınların da kocalarına karşı şiddet kullandıkları konusunda kanıtlar varsa da, kadına karşı şiddet çok daha önemli bir problemdir. Çünkü genel olarak kadının kocasına karşı kendini savunmak ve dayaktan kaçmak amacıyla şiddet kullanması söz konusu olur’’(İçli;2004:406).
Tabii ki aile içi şiddetin birçok nedeni vardır. Fakat başlıca nedenleri arasında aile reisinin sosyo-ekonomik durumu, statü ve mesleği, karı koca arasındaki mesleki ve ekonomik farklar, ataerkil aile yapısı, toplumsal roller, kültürel etkenler, yetiştirilme tarzı, yanlış namus ve ahlak anlayışı, iletişim becerilerinin yetersiz olması ya da iletişim kopukluğu, şiddet uygulayanın psikolojik durumu ve geçmişi, alkol ve uyuşturucu kullanımı, medya ve kitle iletişim araçları sayılabilir. Aile reisi-aile reisi bizim gibi ataerkil nitelikteki toplumlarda erkektir- ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için para kazanmak durumundadır. Fakat ülkemizdeki istihdam sorunu, insanların bazı meslekleri önemsememesi, ücreti yeterli bulmaması gibi nedenlerden dolayı erkekler bu yükümlülükleri yerine getiremez. Bu yüzden insanların içindeki şiddet ve saldırganlık dürtüleri su yüzüne çıkar ve bu sorumluluğu yerine getiremeyen birey ağır bir suçluluk duygusu içinde etrafındakilere zarar vermeye başlar. Çünkü toplum onu aile reisi olarak tanımlamıştır ve kişi de bu sorumlulukları yerine getiremeyince tek yol kalır: ŞİDDET(?).
Ayrıca erkeğin maaşı eşininkinden düşük olduğu durumlarda da benzer şeyler yaşanır ve bütün bunların nedeni tamamen toplumsal kaynaklıdır. Erkek sosyalizasyon sürecinde böyle öğrenmiştir. Erkek daima en tepede olmalıdır. Aile içinde egemenlik kurmanın ve kontrol mekanizması oluşturmanın önemli yollarından biridir bu. Toplumsal kabuller gereğince ailede en çok parası olanın sözü geçer.Toplum erkeğe ve kadına roller yükler ve herkes kendi alanına giren işleri yapmak ve öyle davranmak zorundadır. ‘‘ ‘İdeal kadın’ genelde kocasının rahatını sağlayan, evini temiz tutan, ev ile ilgili çatışmaları çözen, seksi görünmeyen, saldırgan olmayan, erkeğin aksine itilimlerini kontrol edebilen biridir’’(İçli;2004:408–409).Ayrıca kadın evde oturmak, çocuk bakmak, evle ilgilenmek, çok çalışmak ve haftada üç kez eşiyle yatmak zorunda bırakılmıştır ve bu görevlerin en temel dayanağı din ve ahlaki yargılardır. Kadınlar inançları gereğince ve toplumla ters düşmemek adına bu rolleri yerine getirirler. Erkeğin baskı ve egemenlik kurmak için şiddete başvurması toplum tarafından desteklenmiş ve cesaretlendirilmiştir. Hatta bu davranış biçimi ailede kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Felsefe düşünmek üzerine düşünmektir. Yüzyıllar önce insanların önce doğa ilgisini çekmiş daha sonra da kendilerine dönmüşlerdir. Böylece insan felsefesi başlamıştır. İnsan felsefesi Sokrates’le başlar ve Sokrates’le birlikte birçok düşünür adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar üzerine düşünmeye başlamışlardır. Tamamını oku »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
seni özler bu yürek, delice severken.
yokluğunda ayaz yemiş yüreğim
sırılsıklam hasret yağmuruyla.
var olduğunu bilmesem eğer,
bilmesem sevdiğini
kaybolurdum dipsiz karanlıklarda.
ayrılık çöllerinde mecnun olurdum.
ya da bir yusuf,
susuz kuyularda çaresiz.züleyham, bir tanem, yeşil gözlüm alınma
isyan değildir sözlerim
pişman değilim sevdiğime…
böylesine severken seni
kahreder ayrılık,
hasret ateşi yakar, kavurur.
sevdamdır dile gelen,
isyanım değil.oysa isterdim ki;
bir ömür yanımda olasın bin ömre bedel…
gözlerin sıcacık baksın bana.
aşkınla eriyip sarhoş olayım.
yarınlarım olasın isterdim.
umudum olasın, benim olasın.
kollarımda olasın… teninin kokusunu,
sevgiyle bakışını,
yürekten sevişini,
benden öte ben oluşunu,
bilmesem bütün bunları…
dayanmazdı bu yürek ayrılığa
aklım firar ederdi belkide. Tamamını oku »
Kategori Edebiyat , Yorum yok »
Eski köye de eski adet yakışır!Bir doğum gününde “Nice yüzyıllara!” dileği hoşnutluk içinde karşılanır ve teşekkür edilir değil mi?Hiç dilekçi, “Aman haa! dağlara taşlara. O ne biçim dilek?” diye paylanır mı? 9 Eylül CHP’nin kuruluş yıldönümüydü. Baykal’ın ekipleri tüm yurtta partisinin doğum gününü kokteyllerle kutladılar. Ne bir seminer, konferans, panel ne de bir gösteri, toplantı daveti aldık. Halkın partisinde, halk da muhalefet de yoktu. Demokratik kitle kuruluşları, sendikalar, yerel inisiyatifin temsilcileri ya davet edilmemiş ya da icabet etmemişler!.. Cumhuriyet tarihimizin en çağdaş kadrosu tarafından kurulan Cumhuriyetimiz gibi, Cumhuriyet Halk Partisi de yalnız.. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Aklın, Sokrates’ten bu yana, yobazlık ve hurafeye karşı açtığı savaş henüz kazanılmış değildir.
Isaac Asimov
Bilimlerin henüz gelişmediği insan merkezli dünyanın ilk dönemlerinde insanın kendisini ve içinde bulunduğu yaşamı algılama çabasının çoğunlukla mitolojik korkuların da etkisi ile teolojiyi doğurduğu bilinen bir gerçektir. Ancak gelişen akıl, teolojinin kendisine sunduğu açıklamaları yeterli veya doyurucu bulmadı ve bu durum zamanla insanoğlunu iki eylem için belli eğilimlere ve buna bağlı olarak da iki temel kampa yöneltti. Bu eylemlerden birincisi “bilmek” tir. Kişi içine doğduğu dünyayı algılar, görür ve bilir - ya da en azından bildiğini varsayar.
İkinci eylem ise “inanmak“tır. Bilme gücü sona ulaştığında, önündeki bilinmezlik denizine karşı insanın iki temel seçeneği vardır; Tamamını oku »
Magmanın yerkabuğundaki etkinliği sonucu gelişen oluşumlara verilen “volkan” adı, Roma mitolojisindeki ateş tanrısı Vulcan’dan gelir. Volkan konilerinin, tanrıları yenilmez kılan silahları yapan usta ve ateş tanrısı Vulcan’ın yer altındaki atölyesinin bacaları olduğuna inanan eski Romalılar, volkanik etkinlik sırasında gözlenen patlama ve etkinlikleri ise, Vulcan’ın örsünden çıkan sesler ve kıvılcımlar olarak değerlendirmişlerdi . Tamamını oku »
Kategori Bilim , Yorum yok »
Ve…
Yalnızlığı
yoldaş edinmiş otururken
türküler dolanır diline… Tamamını oku »
Laiklik, temel olarak hiçbir tek tanrılı dinde yoktur. Hiçbir din, kendi kurallarını hiçe sayarak, “Benim kurallarım sadece inananların kalbindedir” diyemez. Bu en başta dinin, toplumu -benzetme yerindeyse- “adam etme” göreviyle çelişir. Hiçbir din, kurallarını sadece insana yönelik koymaz. Dinsel kurallar bütünü içerisinde toplum, bütün yer alır. Din, insanı toplumla birlikte adam etmeye çalışır. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Kategori Felsefe , Yorum yok »
Geçen yıllar gösteriyor ki ülkemiz insanının düşünce dünyası her yıl biraz daha katılaşmakta, kemikleşmekte. Tamamını oku »
Kategori Siyaset , Yorum yok »
Ebru, ah ebru….
Güzel bir kadın gibidir adın. Tamamını oku »
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinden itibaren çeşitli bilim dallarınca yapılan çalışmalar, insanın primatlardan oluştuğu sonucuna varılmasına neden olmuştur. Tamamını oku »
Pek çok insan evini ve işyerini çeşitli tehlikelere karşı sigortalama yoluna gider. Bunun için hazırlanan poliçeler genelde yangın ,hırsızlık,su baskını ve deprem gibi tehlikelere karşı düzenlenir. İyi ama, acaba kaç kişi evini ya da işyerini uzaydan gelebilecek bir tehlikeye karşı sigortalamıştır ? Sanırım bu riski de içine alan pek fazla poliçe olmasa gerek. Asıl soru ise, buna gerçekten ihtiyaç var mı, ya da daha büyük boyutta bir tehlike söz konusu olabilir mi?
Dünya ile bir gökcisminin olası çarpışması Tamamını oku »
Sorular basit.
Yanıtları da öyle! Tamamını oku »